×


GİRİŞ YAP





GİRİŞ YAP
Üyeliğin yok mu? ÜYE OL.

9237 kez okundu

Son referandumda Türkiye'nin, İstanbul, Ankara ve İzmir'i de kapsayan nispeten kentsel şehirleri ve büyük Kürt nüfusuyla güneydoğudaki şehirleri büyük oranda Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına karşı oy kullandı. Büyük şehirlerin %33 aleyhte oy kullanmasına rağmen, bu şehirlerin Türkiye'nin GSYİH'sının %64'üne katkıda bulunduğu ve ekonomiyi taşıdıgı unutulmamalıdır. Her ne kadar referandumda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istedigi gibi sonuçlansa da, Cumhurbaşkani Erdoğan’ın Türkiye'yi birleştirmekten neden uzak kaldigini ve önündeki engelleri göstermesi acisindan önemliydi.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, çağdaş cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ten bu yana ülkeyi herhangi bir liderden daha fazla yeniden şekillendirirken, siyasi hedeflerine ulaşabilmek icin farklı güçleri ve görüşleri birleştirmeye ihtiyaç duyduğunun farkındadır. Anayasa referandumundan sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendi vizyonunu kullanarak için toplumu birleştirme yeteneğine sahip olmadığı açık bir hale gelmiştir. Peki neden başarısız olmuştur?

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’in nasıl yükseldiğini hızla bir ayrıntılarina bir bakalim;

·         1970'ler-1980'ler      İslam dini merkezi eksenin politika yapan Necmettin Erbakan'ın Refah Partisi üyesi

·         1994-1998               İstanbul Belediye Başkanı, Refah Partisi yasaklayana kadar

·         1999'da                   "Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker" Ziya Gokalp’in siirini okuduktan sonra dört ay boyunca hapse atıldı.

·         Ağustos 2001          Din merkezli muhafazakar kesime yakin AKP'yi (Adalet ve Kalkinma Partisi) yıllarca yoldaşlıgını yapmış Abdullah Gül ile birlikte kurdu

·         2002-2003              AKP, parlamento seçimlerinde katı çoğunluk ie kazandı, Erdoğan Başbakan olarak atandı

·         Haziran 2013          İstanbul'un yeşilliği içinde bir bina projesi için ayrılmış olan Gezi Parkı'nı korumaya çalışan protestoculara güvenlik güçlerini karşı karşıya geldi

·         Aralık 2013             Büyük yolsuzluk skandalı hükümeti sarstı - Erdoğan, Gülencileri sorumlu tuttu - Kabine Bakanlarının üç oğlu tutuklandı

·         Ağustos 2014         Devlet Başkanlığı seçimlerinde ilk kez doğrudan seçimlerden sonra cumhurbaşkanı oldu

·         Temmuz 2016        Gülenciler darbe girişiminde bulundu

·         Nisan 2017,            artan Cumhurbaşkanlığı yetkileri konusunda referandumu kazandı

 

Türkiye AKP döneminde tek parti ile idare edilmesinin avantajlarını özellikle ekonomide gördü. Bütün kararlar, AK partinin çoğunluğunu kontrol ettiği ulusal parlamento tarafından alınmaktadır. Göreve başladıgı ilk günden beri, tüm ekonomik göstergeler olumlu bir şekilde seyrediyor. IMF Ekim 2017 Dünya Ekonomik Görünüm Veritabanı'na göre Türkiye Satınalma Gücü Paritesi açısından 193 ülke arasinda 2000 yilinda 62'ncı sirdayken 2017'de 55nci siraya yükselmiş, 2022'nin sonuna kadar 53'e çıkacağı tahmin edilmektedir. Bu dahi tek başına Türkiye zengin bir ülke anlamına geldigini göstermesede, tarafsız bir gösterge oldugunu kabul edersek; Cumhurbaşkani Erdoğan yönetiminin küresel ve bölgesel aktörlere gore ülkesinin refahını daha çok gelistirdigini vurgulamaktadır. Kisacasi Cumhurbaşkani Erdoğan eksik veya iyi bir sekilde ekonomiyi yukariya cikarmiştir.

 

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, hedeflerine ulaşabilmek gücünü pekiştirmek için iyi bir ekonomiden daha fazlasına ihtiyacı olduğunu biliyor. Her şeyden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye'yi tek bir idare altında birleştirmesi gerekiyor. Peki bu ne demek?

 

Türkiye'nin farklı etnik grupları ve bölgeleri var. Bir tarafı Avrupa'ya, diğer tarafı Hazar ve Arap uluslarına dayanmaktadır. Türkiye, olaylara kendi bakış açısıyla bakan farklı kültürlerden oluşmaktadır. Toplumun degişik kesimlerinin öncelikleri birbirlerinden farklıdır. Herhangi bir ulus için geçerli olan en temel şart Turkiye içinde geçerlidir; ülkeyi tek bir idare altında birleştirmek. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, Marmara bölgesi ekonominin ve siyasi hayatının, özellikle de İstanbul Türkiye'nin merkezi haline gelmiştir. Kentin Akdeniz ve Karadeniz'e açılan iki ana kanalı mevcuttur; Istanbul Boğazı ve Çanakkale Bogazı. Ulke nüfusunun büyük çogunlugu bölgede toplanmış ve ana güvenlik güçlerinin önemli bir kısmı bölgeye tahsis edilmiştir. Dolayısıyla, nüfusun yoğun olduğu bölgeye bağlı olarak ucuz işgücüne kolayca erişimi saglanmiş ve endüstriyel gelişim için güvenlikli bir ortam oluşturulmuştur. Marmara bölgesinde ülkenin ilk fabrikaları ve sanayi tesisleri inşa edildi. Mevcut strateji 1923 politikalarina göre dizayn edilmiş politikalardı. İlk başlarda böyle bir kalkınma stratejisini takip etmek mantıklı görünebilinirdi. Ancak Türkiye, kalkınma stratejisini Türkiye içinde dağıtamamaya başladıginda ekonomik ve sosyal alanda sinyal vermeye başladı. Degisik bölgelerde başlayan ayaklanmalar ve gelir düzeyinde ki eşitsizlikler toplumun degişik kesimlerini rahatsız etmeye basladi. Bu strateji, devlet kurumlarının tek bir otorite altinda toplanamadığı ve sadece kültürel olarak degil ekonomik olarakta bölünmüş bir toplum olarak sonuçlandı. Üstelik devlet içindeki aşırılıkçı Türk milliyetçiliği, ülkenin Kürt ayrılıkçılıklariyla da aralarinin açilmasina ve ulkede ki sosyal ayrişmanın derinleşmesine neden oldu.

 

1990'ların sonunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan tüm bu konuların farkındaydı. Ancak Başbakan olabilmek için sadece milliyetçiliğe ve kotü ekonomiye karşı değil, laikliğe karşı mücadele etmeyi de seçti. Bu, ülkeyi politik olarak bölmek ve Başbakan olmak için oyların çoğuna erişmek için seçtigi stratejiydi. Bütün görüşlerin aksine, bu strateji işe yaradı. Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdogan öncülügünde milliyetçilik – muhafazakârlık ve laiklik arasında bölündü. Çoğu kişi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Türkiye'nin bir şemsiyeye toplamasını istiyordu ve destekliyordu. Ancak beklenenin aksini yapmayı ve daha ayrıştırmayı daha derinleşmeyi kendine strateji olarak seçti. Düşünüldügünde, kendi yönetiminin daha uzun süre yer almasini sağlayacak bir strateji oldugu açıktır. Zira ülkenin ekonomisini ve kanunlarını düzeltmeye calışarak kaybedebilecegi oylarla diger dönem seçilme imkanı zayıflarken ülke içindeki bölünmeleri derinleştirerek hem politik hem de sosyolojik ayrıştırmayı artırdı. Bugün itibarıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan, anayasayı değiştirmeyi başardı ve 2019 olası Baskan adayları içinde seçilme şansı en yüksek adaydır. Ancak bu, Türkiye'nin bir şemsiye altında toplandıgı veya birleştiği anlamına gelmemektedir. Bir ülkede bir Cumhurbaşkanı olarak seçilmek, o ülkenin gelecek için bir vizyon altında birleştirilmesi anlamına gelmez. Bir ulus olarak birleşmiş olmak, ülkenin ulusal ve uluslararası çıkarlar açısından herkesin benimsedigi bir vizyona sahip olduğu anlamına gelir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidarı elinde tutma stratejisiyle ülkeyi tek bir otorite altında birleştirme şansını politik yaşamının başında kaybetti. Türkiye, ulusal ve uluslararası çıkarlarını son 20 yıldır boyunca tartışmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, benzer vizyonu paylaşmayan çok sayıda muhalefeti karşisinda buldu. Bu gayet dogaldı. Aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan muhalefeti kendi fikirlerini benimsemeyen insanlara karsi olan görüşleriylede yarattı. Bu nedenle, ülkenin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın vizyonu altında birleşmesi, 2019'da Başkanlık seçilmlerinde en yüksek şansa sahip olsa dahi muhtemelen gerçekleşmeyecektir.

 

Bu nedenlerden dolayı Cumhurbaşkanı Erdoğan, ulusal çıkarlar dogrultusunda global güçlerden bağımsız bir eylem planı uygularken Ortadoğu'da ISIS tehdidi ve Türkiye'nin bölgedeki askeri müdahalesi gibi Dış Tehditlerle ugraşırken bir yandan da karşısında güçlü bir muhalefette bulabilmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye'nin NATO ve Amerika Birleşik Devletlerinden bagımsız olarak bir politika izlemesi gerektiginin hem ulusal çıkarları açısından hem de bölgede güven unsuru olması açısından erzem oldugunun farkındadır. Ozellikle bu stratejinin Türkiyenin müttefikleriyle PKK ve Kürt sorununa bakış açısındaki farklılıklarından dolayı geliştirilmesi zorunlu olmustur. Türkiye Birleşmiş Devletler Irak'ı işgal edip oraları terk edince bu deneyimi cok bedel ödeyerek sahip oldu. ABD, Irak’ta güçlü bir yönetim kurmadan ayrıldıktan sonra, giderek güçlenen terör gruplarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Edilenen bu tecrübe şu anda Turkiyenin ABD’ye karşı PKK/YPG ile geliştirilen ilişkiye şiddetle karşı cıkmasına yol acmıştır. Zira ISIS ile savaşılırken PKK/YPG’ye verilen silahlarin ISIS ile savaş bittikten sonra gecmişte yaşandıgı gibi Turkiye’ye karşı kullanilacagı inanılmaktadır.

 

Dahası, Ukrayna'daki Rus varlıgı hem Karadeniz hem de Avrupa ve ABD çıkarlarına yönelik tehdittir. Türkiye, NATO'nun bir parçası olmasına rağmen, enerji ihtiyacı nedeniyle Rusya ile karşı karşıya kalmak istememektedir. Ülkenin enerjisinin yarısı Rusya'dan karşılanmaktadir. Türkiye, Kuzey Suriye ve Irak'taki ucuz enerjiye erişmek istiyor olsa da, ABD ve müttefikleri Türkiye'nin niyetine kesinlikle karşı çıkmaktadır.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hem ulusal çıkarları korumak hem de bagımsız dış politika geliştirmesi için, farklı sosyal ve etnik kökenden gelen sorunları ülke içinde çözmelidir. Ancak cözum hem kolay olmamakla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendi tercihlerinde düşündükleri içinde böyle bir çözüm söz konusu değildir. Seçilebilmek için daha önce elde ettiklerini tersine çeviremeyeceğinin çok iyi farkındadır. Alınacak ekonomik tedbirlerle ülkeye giren sıcak para azalacak ve katı bir idari tutum geliştirileceginden ilk seçimlerde partisinin oylarinda bir azalma olacak ve Cumhurbaşkanlıgı seçimleri riske girecektir. Bundan dolayı sorunlara neşter vurmaktansa izledigi politikayı devam ettirerek Başkanliga giden yolda mevcut politikalarinı devam ettirecektir.

 

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın vizyonu ne olursa olsun, Türkiye'nin vizyonu ve gittigi yön farklı bir şekilde devam etmektedir. Aslinda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın karşısında buldugu muhalefetin nedeni ülkenin hem bölgesel kosullardan dolayı hem de ulusal çıkarlardan dolayı gitmek istedigi yön ile kendi vizyonu arasinda ki farktan dolayı giderek sertleşen şartlar ve muhalefettir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ülkeyi tek bir şemsiye altında birleştirerek hem ulusal çıkarları koruyup hem de global güçlerden bagımsız politikaları uygulamak icin seçimlerde izledigi ayrıştırmacı politikalar farklı mezhep, etnik ve düsüncelerdeki insanları birleştiremeyecegi için mümkün degildir. Bundan dolayı artik ülkenin bölgedeki tüm farklı toplumların çıkarlarını gözeten politika oluşturabilecek birleştirici bir lidere ihtiyaci bulunmaktadir.

 

Türkiye'nin bu önünde ki yolda yeni liderin sadece sivil projelerle harcamaları arttırmak değil, aynı zamanda sadece ülkedeki gençlerin değil aynı zamanda komşu ülkelerin de yararlanabileceği sanayi projeleri başlatarak net ekonomik hedefler belirlemelidir. Suriye ve Irak hala büyük bir sivil tehdit altındadır ve gençlerin çalışabilecekleri iş alanlari malesef azaliyor. Gençlere adil fırsatlar verilmezse kolaylıkla aldatılabilirler. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimlerde ki dönüşün biraz zaman alabileceği kalkınma programlarını seçmelidir. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, önümüzdeki seçimler nedeniyle tüm siyasetçiler gibi bunu da seçmiyor.

 

Elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan’in bunu yapabilmesi icin farkli kesimlerden farkli düşüncelere sahip insanlari bir araya getirmesi ve bunun icin de bir enerji harcamasi gerekmektedir. Ve bunun icin de ne zamana ne de riske girecek bir stratejiyi izlemek istemeyecektir.

 

Ekonomi ve güvenlik her ülke gibi Türkiye açısından hayati öneme sahiptir. Kendi bölgesinde ki çıkarlarını korumak icin her ülkenin, gerektiğinde teknolojik avantajlar sağlayacak ulusal savunma sanayisine sahip olmalidir. Cumhuriyetin kuruldugu ilk günden bugüne kadar ulusal savunma sanayii kendini laik olarak adlandıran bir kismin etkisi altındadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu toplumun ekonomi ve ulusal savunmada ki etkisini kırmak icin doğrudan kendi yönetimiyle bağlantı kuracak bir ulusal savunma sanayii kurmayı tercih etmiştir. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan unuttugu en onemli konu teknolojik atılım sadece fabrikaların kurulmasiyla olabilecek bir konu olmadıgıdır. Bunun için harcanmasi gereken zaman ve kazanılan tecrübelerin diger kazanılan tecrübelerle birleştirecek bilim insanlarinin yetiştirilmesidir. Malesef Cumhurbaşkanı Erdoğan daha önceki yonetimleri eleştirdigi konulari şu anda kendisi de uyguluyor. Ornegin ulusal denizaltının inşası, TFX hava savaş motoru projesi veya tank motoru geliştirme gibi stratejik projelerin geliştirilmesi için dış kaynak kullanımı için seçilmiştir. Bu ve bu gibi stratejiler malesef teknolojik ihtiyaçlarını, kendi ulusal çıkarlarına bağlı tedarikçilerle yükümlülükleri altındaki ülkelerin ulusal cikarlarindan Türkiye’yi kurtaramaz. Kisacasi Cumhurbaşkanı Erdoğan’da onceki yönetimlerin benzer hatalarını yapmaktadir.

 

Türkiye'nin liderinin ekonomik ve toplumsal yararlar temelinde farklılıkları tek bir şemsiye altında toplamanın yolunu bulmalıdır. Ancak bu şekilde farklı kesimleri bir şemsiye altinda toplayabilir ve ülkenin teknolojik ve ekonomik anlamda gelişmesini saglayabiliriz. Cumhurbaşkanı Erdoğan izledigi politikalara bakıldığında, Cumhurbaşkanın ülkeyi birleştirmesi imkansız olmasa da, biraraya getirmesi dahi son derece zor görünmektedir. Eger Türkiye ulusal çıkarlarını korumaya ve bölgede güvenliğini ve ekonomik kalkınmasını sağlayacak bir nüfuz yaratmayi amacliyor ve bunlari gerçeklestirmek icin bagımsız dış politika üretmek istiyorsa oncelikle kendi icindeki sorunları ekonomik ve toplumsal faydalar temelinde çozebilecek herkesin eşit şans buldugu bir sistemi yaratacak bir lidere kavuşmalıdır.